5 Eylül 2011 Pazartesi

Yumurta kapıyı ne zaman çalacak?

  Sporun her branşında 'bir ekol yaratmamız lazım' 'bunlar belli ekole sahip takımlar' gibi klişeler yıllarca her milli maç döneminde hayatımızın değişilmez bir parçası oluyor. Konu futbol ise Almanlar turnuva takımı, Hollandalılar total futbolcu, İtalyanlar ise kasap savunmacılara dönüşüyorlar ve bundan yola çıkarak bizim de bir tarzımız olması gerektiği düşüncesi hakim oluyor kamuoyunda. Ben ise bu konuda bizim ciddi bir ekolün yaratıcısı olduğumuzu düşünüyorum.

  1954 İsviçre Dünya Kupası tarihimizde katıldığımız ilk dünya kupası olarak gözüküyor kayıtlarda. Bu turnuvaya katılışımız ise bir hayli ilginç: Mili takımımız bu turnuvaya katılmak için İspanya engelini aşmak zorundadır. İlk maçı İspanya'da 4-1 kaybederiz. İkinci maçı ise kendi evimizde 1-0 kazanırız. Fifa'nın o dönemki kurallarına göre averaj hesabı olmadığı için Roma'da oynanacak üçüncü bir maç organize edilir. Bu üçüncü maç da milli takımımızın heyecan yaşatma potansiyeline uygun olarak 2-2 biter. Finallere katılacak takımı ise ne uzatmalar ne de penaltılar belirleyecektir. Stadyumda maçı izleyen küçük bir çocuk olmaktan başka bir vasfı olmayan, şu anda muhtemelen torun torba sahibi olmuş olan küçük Franco sahaya çağırılır. Franco'nun çektiği kura sonucu İsviçre'ye giden takım Türkiye olmuştur. Ve böylece milli takımımızın yumurta kapıya dayanmadan başarı elde edememe ekolünün temeli Roma'da atılmış olur.

   Bu ekolü dünyaya tanıttığımız Euro2008'den önce yarı final oynadığımız 2002 Dünya Kupası'na da bize yakışır şekilde baraj maçıyla gitmiş, gruptan da Brezilya'nın Kosta Rika'yı mağlup etmesiyle çıkabilmiştik. Euro2004 ve 2006 Almanya'ya ise baraj maçlarında kaybederek katılamamıştık. Geride kalan onlarca turnuva    ve turnuva elemelerinde ortaya koyduğumuz karaktere bakılırsa, ki buna kulüp takımlarının Avrupa kupalarında gösterdiği performans da dahil, takımlarımız yumurta kapıyı çalmadıkça kendini zorlamayan, zayıf rakiplerini ciddiye almayıp puan kaybeden ve her daim final maçlarını oynamasını bilen bir ekip görüntüsü çiziyor.

   Tüm bunların ışığında Euro2012 elemelerine baktığımızda önümüzde ki Avusturya maçını kazanmanın ne kadar zor olduğu ortaya çıkıyor. Çünkü milli takımımız bu maçı kazandığı takdirde bizlerin saçlarını dökmeden 2.liği neredeyse garanti altına almış olacak. Bu bakış açısı tabi ki de futbolun saha içi etmenleriyle tamamen alakasız ve saçma. Fakat yarattığımız son dakikacı ekol bize grubun son maçı olan Azerbaycan maçını işaret ediyor. Bardağın dolu tarafından baktığımızda ise uzun süredir özlemini duyduğumuz ekol meselesini çözmüş olacağız eğer Viyana'da işler ters giderse. Bundan sonra Almanlar turnuva takımı, Hollandalılar total futbolcu, İtalyanlar kasap savunmacı olurken biz de son dakikacı olarak anılırız belki. Sloganımız bile hazır : 'Türkiye, yaşlandırır!' Düşündüm de bu ülkeyi daha iyi anlatan bir slogan bulamazdık herhalde.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder