• 20812
    mustafa cengiz ve abdurrahim albayrak'ın içinde bulunduğu grup, yaz transfer sezonunda yenilmiş, galatasaray futbol takımı her tarafta zedelenmiş, şartları ağır bir anlaşma imzalanmış. takım yorgun ve fakir bir durumda. kulübü ve takımı bu noktaya sürükleyenler, kendi hayatlarını kurtarma kaygısına düşerek memleketten kaçmışlar. mustafa cengiz'in başkanlığındaki yönetim çaresiz. yalnız padişahın(?) iradesine boyun eğmekte ve onunla birlikte kendilerini koruyabilecekleri herhangi bir duruma razı. eldeki tek forvet takımdan zorla gönderilmiş, kadronun üç stoperinden biri bonservisi elinde olan kulübe geri dönmüş ve onun yeri doldurulmamış. hoca iki forvet istediği halde, tek bir forvet bile alınamamış. takım sezona kaos içinde sokulmuş...

    1) fernando ve mariano'nun düşük performansı

    herhalde kimse bu ikiliyi bu halde görmek istemezdi. hepimizin gözleri önünde, çok da kısa bir süre içinde azalarak bittiler. sezon başıydı, sakatlıktan çıkmıştı, form tutacaktı, şöyleydi böyleydi diye diye ikilinin performansına bir şekilde bahane bulundu ama kendi adıma ikisinin de galatasaray kariyerleri noktalanmıştır. bundan sonra katkı vermeyecekler mi? vereceklerdir ama götürdükleri verdiklerinden çok daha fazla olacaktır. onun için yukarıda da söylediğim gibi, yeterli süreyi tanıdıktan sonra fernando ve mariano defterini kapattım. üstelik hem performans hem ahlak bakımından. zira sezon başından beri takındıkları vurdumduymaz tavır, takım kaybederken yapılan gevşekçe hareketler, özellikle mariano'nun ''si.imden aşağı kasımpaşa'' dercesine ifadesi bardağı çoktan taşırdı. bazı şeyleri kabullenmek zor ama ister şimdi kabul edin ister sezon sonu... bu ikili bitmiş.

    ayrıca fobi mi hobi mi, bilmem neyin bilmem nesi denilen deplasman sorununu uzaklarda aramamak gerekiyor. kafayı hafif kaldırıp önümüze baktığımızda sorunun temelini görebiliriz. az sonra, ilk devrede ''iyi'' oynadığımız maçlardan olan (bkz: 6 ekim 2018 antalyaspor galatasaray maçı) maçında fernando ve mariano'nun yaptığı hataları saydığımda, kötü oynadıklarımızda neler yapmış olabileceklerini düşünürseniz, bazı şeyler daha iyi anlaşılacaktır diye de düşünüyorum.

    https://resmim.net/f/xF9y1G.png
    https://resmim.net/f/cc9hIt.png : dakika 1 - mariano adamını kaçırıyor, pozisyon yiyoruz.

    https://resmim.net/f/MCEbVI.png
    https://resmim.net/f/VZDIGH.png : dakika 13 - mariano, atmış olmak için bir pas atıyor ve topu kaybediyoruz.

    https://resmim.net/f/pudblS.png
    https://resmim.net/f/xwDlWQ.png : dakika 16 - fernando kritik yerde top kaybediyor.

    https://resmim.net/f/kTO5oE.png : dakika 30 - rakibin hücumu sırasında savunma arkamıza atılan topta, rakip oyuncunun ofsaytla alakası olmamasına rağmen mariano koşacak dermanı kalmadığından, koşmayı bırakıp yan hakeme el açıyor, ofsayt bekliyor. mariano koşmayı bıraktığı için ciddi bir tehlike yaşıyoruz. hani gevşek derler ya, tam bu pozisyonun üzerine mariano'nun suratına suratına söylenmelik...

    durun daha mariano resitali bitmedi.
    https://resmim.net/f/lAj2MA.png
    bizim gariboğlan ne iş yapar? takımdaki herkes gayet düzgün konumlanmış ama mariano dalgın dalgın bakınıyor. durduğu yer facia. üstelik çokça seçeneği mevcut. öndeki adama markaj uygulayabilir, uygulamıyor. biraz daha sağ arkada durup çizgideki adamı kapatabilir, kapatmıyor. sağ öne gidip iki rakip oyuncunun pas bağlantısını tıkayabilir, tıkamıyor. öyle bir yerde duruyor ki toplu oyuncu kendisinin üzerinden arkadaşına pas verse net gol pozisyonu doğacak. hiç riske girmeyip kenardaki adama verse yine tehlike doğacak. ama mariano kardeşimiz bakmakla yetiniyor, yoksa kendisini hiç eleştirmeyip cümlenin sonuna da hülöğğ mü iliştirmeliydik...

    tüm bunların yanına örnek teşkil etmesi adına fernando'nun geçen sezon vs. bu sezon ortalama istatistiklerini ekleyeyim:
    https://resmim.net/f/yZK2Ev.png : 2017-2018 sezonu defansif istatistikleri
    https://resmim.net/f/Ex0f0v.png : 2018-2019 sezonu defansif istatistikleri
    https://resmim.net/f/QXHqmY.png : 2017-2018 sezonu pas istatistikleri
    https://resmim.net/f/wu0WVd.png : 2018-2019 sezonu pas istatistikleri

    2) topu kaptırınca baskı

    ilk porto maçıyla beraber fatih hocanın aklına giren, daha doğrusu hep olan ama oyuncu grubuna güvenmediğinden teşebbüs etmediği bu stil bahsettiğim porto maçından itibaren 2-3 maçta denendi. nitekim porto'dan bir sonraki maçımız olan antalya deplasmanında kazanmamızın aktörlerinden biri de ani baskılardı. ve yani sersem sepelek bir baskı da değil, organize şekilde. dolayısıyla bu da süreye oynayan rakip karşısında topu daha çabuk kaparak zaman kazanmamızı sağlıyor, rakibi dengesiz yakaladığımız durumlarda da gol şansımızı arttırıyordu. ancak art arda gelen kötü sonuçlar fatih terim'in değişikliğe gitmesine neden oldu. ve baskılı oyun uzunca süre denenmedi.

    https://resmim.net/f/Qo3ySp.png : toplu bölgede 3'e 2, çemberi genişlettiğimizde 5'e 5 durumdayız. iki halde de kırıcı bir baskı yapmışız demektir.

    https://resmim.net/f/4rmhla.png
    https://resmim.net/f/sTCu2J.png : burada da toplu bölgede 3'e 2 üstünüz. çemberi genilettiğimizde de 4'e 4 durumdayız. bir saniye içinde muazzam bir baskıyla topu kapıyoruz.

    tüm bunlar da birikimli olarak rakibin direncini kırıyor. top yapamayan, kendi yarı sahasından çıkamayan rakip takım adım adım geriye çekiliyor ve illa ki bir yerde hata yaparak kaybediyor. akhisar maçımızda olduğu gibi rakibin top yapmasına izin verip onları kalemize yakında tutarsak ise dakikalar ilerleyip biz açıldıkça onlar gol şansı buluyor ve maçı kaybediyoruz. ani baskıyla oynarsak ise çok iyi oynayalım oynamayalım, bir şekilde kazanabiliyoruz. 'özlenen galatasaray' klişesinin temel unsurlarından birinin baskı olduğunu da düşünürsek, hiçbir artısı olmasa bile taraftarı tribünlere çekebilmek için bir şekilde bunu uygulayabilmeliyiz. ama yapılacak transferlerle ama antrenmanlarla.

    3) pas hızı, hücum hızı, ağırlıklı pas alanı

    işte oynanan futbolun, göze hoş gelirliğini etkileyen en önemli unsurlardan birine geldik. takım pas trafiğini hızlı mı yapıyor yavaş mı? birim sürede rakip kaleye kaç metre yaklaşılabiliyor? ve, ağırlıklı pas alanı sahanın hangi aralığında? tüm bunlar iyi futbol, kötü futbol ayrımını sağlıyor. geçen seneye gidelim. top kendi sahamızda son yıllarda hiç olmadığı kadar az kalıyordu, nitekim daha hızlı hücuma çıkan, daha dikine giden, stoperler arası pas trafiğini asgariye çekmiş bir takım izliyorduk. temel felsefemiz de bunun üzerineydi. bir tutarlılık vardı. topu hızlı çevir, dikine git, mümkün olan en kısa sürede rakip kaleye ulaş, topu kaybettiğinde de şok baskıyla rakibini hataya zorla ve topu yeniden al. bu sezona baktığımızdaysa hem bu tutarlılığı hem de yukarıda bahsettiğim göze hoş gelirliği kaybettiğimizi görüyoruz.

    https://resmim.net/f/7mWa4i.jpg : geçtiğimiz sezon ilk yedi hafta ve iç sahada ağırlıklı pas alanımız
    https://resmim.net/f/bOS3Xv.jpg : fatih hoca döneminde ağırlıklı pas alanımız

    bu kadar geride bekleyince, yavaş top çevirince, geride gereksiz seviyede pas yapınca da rakipler üzerimize gelmekte hiçbir sakınca görmüyorlar. çünkü diyor ki rakip, bunlar o kadar yavaş ki o kadar kopuk ki, ben topu kaptırsam bile ciddi tehlike yaşamadan topu uzaklaştırabilirim. sonra da özellikle deplasman maçlarımızda, rakipler geldikçe geliyor. geldikçe geliyor. yani aslında biz gel diyoruz rakibe, püsküllü davetiye bastırıp adamlara yoluyoruz. elimizde de tepsi, gelin karşılar gibi karşılıyoruz.

    ve şimdi bir soru. geçen seneyle bu seneki özellikle iç saha maçlarımız olmak üzere genel olarak rakiplerimizi karşılaştıralım. geçen sene mi bize karşı daha çok kapanıyorlardı yoksa bu sene mi daha çok kapanıyorlar? cevap? geçen sene. neden? çünkü topu kaybettiğinde dothraki ordusu gibi saldıran, topu kazandığında da ok gibi hücuma fırlayan galatasaray'dan korkuyorlardı. biz bunlarla zaten zor baş ediyoruz bir de geride boş yakalanırsak bizi telef ederler diyorlardı. onun için de hiç yoksa kapanayım da bir puan alayım felsefesiyle başlayıp, katlanarak artan galatasaray baskısına dayanamayıp golü yiyerek bayrak sallıyorlardı. şimdi? rakibi davul zurnayla karşılamadığı kalan bir galatasaray orta sahası, hepsi birbirinden hantal ve çaylak futbolcular. bunları yakalamışken bastıralım diyorlar. onlar bastırdıkça biz hata yapıyoruz, nihayetinde golü yiyip dağılıyoruz. yani artık adamları korkutamıyoruz oyun yapımızla. mıy mıy mıy bir futbol. paslar yavaş. al gülüm ver gülüm. top mariano-ozan-serdar-nagatomo arasında dönüp duruyor, hiçbir mesafe kat edilmiyor. bu esnada rakip adım adım bizim savunmaya yaklaşıyor, ve kaptırılacak her topun kalemizde yaratacağı tehlikenin miktarı artıyor. tabi bir de süre. hiç yoktan kaybolan süre de işin cabası. yenildiğinde dahi alkışlanacak bir takım mottosunun sahibi fatih terim'e bu kötü, uyuşuk, sıradan antrenörlerin işi futbol yakışıyor mu? cevabını sizler verin.

    4) fernando muslera'nın süreyle olan derdi ve oyunu başlatmadaki yetersizliği

    yani bu kadar üst seviye bir kalecinin, hele ki takımda uzun yıllardır oynayan ''bir kaptanın'' bu kadar süreye oynayıp takımına zaman kaybettirmesini kabullenemiyorum. berabere veya yenik durumdayken bir aut kullanıyor, topu alacak da yere koyacak da dikecek de, en az bir dakika. halbuki 15 saniyelik bir iş maksimum. oyunu soğutmanın, gole ihtiyacın olduğu dakikalarda rakibe nefes aldırmanın ne faydası var? sadece aut atışlarında da değil. kontratak imkanımız olan pozisyonlarda inatla topu bekletip rakip yerleştikten sonra oyunu başlatıyor. ki senin takımının hücumunda rodrigues ve onyekuru gibi hızlı oyuncular oynuyor. sneijder- burak- yasin- drogba hattı da değil bu yani, bekleyip organize atak kovalayasın. burada bir sorun var. hocanın ekibi de hoca da bu durumu kaçırıyor, göremiyor. görseler ve uyarsalar, muslera'nın da inat edeceğini pek sanmıyorum. her maçımızda farkında olmadan dakikalarca oyun soğuyor.

    ayrıca muslera'nın degajlarında, topu oyuna sokmada da ciddi sıkıntıları var iki sezondur. bursa maçı, dakika 31, rakibin savunmasında boşluklar var ve muslera rahat pozisyonda olmasına rağmen topu taca yolluyor. bu her maçta bir kez yaşanmıyor, bir iki üç dört... sürekli. rakibin boş yakalanmasını kaçırdığına mı yanasın, kaybolan sürelere mi yanasın? ha her şey bitti de bu mu kaldı? herhalde bir bu kalmadı. ama onu atla bunu atla, ''ya şundan da ne olacak ki'' de, ipin ucu kaçıyor. muslera'nın artık daha konsantre oynaması gerekiyor. yeteneksiz olur, hayatı boyunca aynı eksiklere sahip olur ses etmezsin, ama yani bu da muslera boru değil. yapabileceği şeyleri yapamıyorsa eleştiriyi hak ediyor demektir.

    antiparantez, özellikle son dört beş maçtır reflekslerinde de körelme gözleniyor. yediğimiz son gollerde yere yatmayan bir muslera görmek de insanı epey üzüyor.

    5) futbolda istasyon kavramı ve takımdaki istasyon oyuncu eksikliği

    takımın şu an en net eksiklerinden biri. fatih hocanın elinde artık bir riera'sı yok, drogba'sı yok, engin baytar'ı yok, melo'su selçuk'u yok. ama mantalite aynı. olmaz. dikkat ederseniz tüm bu isimler istasyon isimler. topu ayağına aldığında, ulan acaba top kaybeder de pozisyon yer miyiz demeyeceğiniz isimler. şimdiki kadroya bakıyorsun, halı saha maçına çağırmayacağım bir sinan gümüş, çalıma odaklı bir rodrigues, gitgelli melo yerine sabit fernando, topa bomba muamelesi yapan eren. belhanda da top tutabilen biri değil. yani galatasaray'da hiç istasyon isim yok. topu hücuma taşıdığınızda, arkanıza yaslanıp art arda atakları izlemeyi hayal edebileceğiniz, pas trafiğiyle rakibi affallatacak bir kadronuz yok. hocanın hatası ise farklı oyuncularla aynı mantaliteyi deniyor olmasında. bu kadro o mantaliteyi oynayamaz. bu kadronun oynayıp oynayabileceği, geçtiğimiz sezon tudor dönemindeki gibi hızlı hücum, baskılı futbol oyunu. (onu da tam oynayamaz) dolayısıyla ya devre arasında biri top tutabilen on numara, biri riera vari bir kanat olmak üzere iki transfer (takımın hücum varyasyonlarına istinaden, yoksa daha çook eksik var) yapılmalı ya da oyun yapımız değiştirilmeli. aksi halde istikrar sorunumuz devam edecektir. bu devredeki sorununun reçetesine istasyon kelimesini de yazmak gerekiyor.

    6) takım boyu çok uzun

    bir önceki madde ile ilişkilendirebiliriz. takım boyu meselesi futbol tarihinin en absürt tartışmalarından biridir. boyu kısa tutarsın pozisyona giremezsin, uzun tutarsın dağılırsın. arada bir denge var, bazen de eldeki malzemeye en uygun seçenek var. biz şu an eldeki malzemeye uygun bir takım boyunda değiliz. böylesi topla ilişkisi kötü, top tutamayan malzemeyle kanatlara açılır, takım boyunu geniş tutarsan sıkıntı çıkartırsın. sinan, eren, onyekuru gibi futbolcularla en oynanabilir olan, boyu kısa tutup dar alan organizasyonlarıyla kaleye gitmekti. olmaz yani, topu ayağına alıp kafasını kaldırdığında 30 metre ötesindeki adama pas verecek oyuncularımız yok. daha 2 metreye zor top atabilen adamlarla geniş alanda oynamanın mantığı da yok. hatırlarsanız rodrigues'in geçen seneki performansını, iyi oynadığı tüm maçlar ya rakip yarı sahada yığıldığımız, ya da dar alanda oynadığımız maçlar. ee onyekuru ve sinan ve feghouli de öyle. açık alanda fernando da kayboluyor. zaten kaybolmaya meyilli, hepten kayboluyor. hücuma çıkınca hücum hattıyla orta sahamız arasında 15-20 metre boşluk oluşuyor keza aynı şekilde savunma sırasında da hücum hattı kopuk kalıyor. bunlar yanlış şeyler.

    hele ki avrupa ligi'nde başarı istiyorsak. ya takım boyunu kısaltıp savunma yapmayı öğrenmeliyiz ya da yolun başındayken ümit etmeyi kesmeliyiz. zira günümüz futbolunda iddiasız, orta-alt sıra takımların bile sadece takım boyunu kısa tutup normalden fazla mücadele ederek büyük takımları durdurabildiği yerde ne yazık ki bu hücum sıkıntımızda, bu şartlar altında ve bu kopuklukla başarı şansımız yoktur. ha burada önemli olan bir konu da yapılacak transferlerdir. transferlerin bu amaca uygun yapılması gerekiyor ki fatih hocanın kafasındaki mantaliteyi düşünürsek bu bağlamda oyuncular alınacaktır.

    7) fatih hocanın formasyon takıntısı var

    formasyon takıntısı derken? şöyle. fatih hoca istiyor ki ben hangi dizilişle başlarsam o dizilişle maçı kazanayım. ya da maç içinde 4-1-4-1'i 4-4-2'ye çevireyim gol gelsin, 4-4-2'deyken forvet çıkartıp orta saha alayım maçı çevireyim falan filan. değişiklikler hep bu amaçla. oradan eksilt buradan arttır. tamam iyi hoş da, sen stoperlerin arası mesafeyi düzeltmezsen, sen açık-bek-orta iç bağlantılarını doğru kurmazsan, savunmadan oyun kurarken diagonallerle rakibin konumlanmasını dağıtmazsan, sen hareketli oyun amaçlayıp hareketsiz ön liberoda diretirsen, sezon başında veya maç öncesi hazırlıkta sahanın pas merkezlerini belirlemezsen sezona hangi formasyonla devam ettiğinin ne önemi var? günü kurtarırsın, öyle de oldu. uzun vadede, takımın anatomisine odaklanmayıp bir maç 4-2-3-1, bir maç 4-4-2, bir maç 3-5-2 hatta maç içi formasyon değişiklikleri deneyerek devreyi boşa götürdük. oyun içindeki tüm dinamiklerimizi aynı tutup sadece formasyonu değiştirerek kötü tabloyu kırabileceğimiz yanılgısına düştük. hayır, yine söylüyorum. önce tutarlı bir mantalite oturt, buna göre analizlerini yap, gerekli dinamikleri değiştir, sonra gel formasyonla oynaş seviş.

    sezon başından bu yana tüm maçlarımızın başlangıç dizilişleri sırasıyla şu şekilde:

    ankaragücü - galatasaray = 4-2-3-1
    galatasaray - göztepe = 4-3-3
    galatasaray - alanyaspor = 4-3-3
    trabzonspor - galatasaray = 4-4-1-1
    galatasaray - kasımpaşa = 4-2-3-1
    galatasaray - erzurumspor = 4-1-4-1
    antalyaspor - galatasaray = 4-3-3
    galatasaray - bursaspor = 4-1-4-1
    yeni malatyaspor - galatasaray = 4-1-4-1
    galatasaray - fenerbahçe = 4-1-4-1
    kayserispor - galatasaray = 3-5-2
    konyaspor - galatasaray = 3-5-2
    beşiktaş - galatasaray = 5-3-2
    galatasaray - rizespor = 4-2-3-1
    başakşehir - galatasaray = 4-4-2
    galatasaray - sivasspor = 4-4-2

    yani hoca sadece formasyonu değiştirerek her şeyi düzeltebileceğini düşündü sezon boyu. kazanılan her maçın dizilişini bir sonraki haftada da uyguladı. sonuç vermeyen her dizilişse bir sonraki hafta değiştirildi. sabretmeksizin, gelişimler gözlenmeksizin, bir mantaliteye oturtmaya çalışmaksızın haftadan haftaya formasyon değiştirildi. diğer parametreler? onlara dokunulmadı. nedeniyse hocanın formasyonu gerektiğinden fazla abartmasıydı. çökmeyi önlemek için binanın dış cephesini başka renge boyamak gibiydi tüm yapılanlar. duvarlar dökülürken, her yerden su akarken, çatı uçtu uçacakken bunlara bakılmayıp sadece dış cepheye bakıldı. fatih hocaya hiç yakışmadı.

    8) geriye paslar ve toplam pas sayısı

    bu bölümde de iki dönemi ele aldım. birinci kıstas dönem 17-18 sezonu ikinci yarı ilk 8 haftası.
    ikinci kıstas dönemimiz ise 18-19 sezonu 10-17. haftalar.

    17-18 sezonu ikinci yarısının ilk 7 haftasında sırasıyla geriye pas sayılarımız: 39, 87, 39, 50, 50 ,89, 86, 56
    18-19 sezonu 10-17. haftalarda sırasıyla geriye pas sayılarımız: 61, 69, 37, 86, 51, 55, 64, 63

    görüldüğü üzere geri paslarda artış var. ortalama olarak değil ancak süreklilik bakımından artış var. aynı şekilde toplam pas sayılarına bakalım. bu kez 17-18 sezonu ikinci yarı ilk 8 haftası yerine 17-18 sezonu ilk 8 haftasını koyalım.

    ilk dönem: 481,587,492,393,623,586,525,583
    ikinci dönem: 484,465,381,557,388,451,412,416

    yine görüldüğü üzere o şaşalı dönemimize göre epey düşük sayıda pas yapabiliyoruz. dolayısıyla rakibe topla daha fazla oynama şansı veriyoruz. bu da kalemize pozisyon ve goller olarak geri dönüyor. örneğin bu sezon takım golü attığında birçok kez hemen ardından gol yedi. zaten fazla olmayan topa sahip olma ve oyuna hükmetme oranımızı geriye çekilerek daha da düşürdük, sonuçta üstümüze gelen rakip karşısında bir yerde hata yapıp golü gördük. oysa geçtiğimiz sezonun ilk 8 haftasında golü attığında daha da asılan, asılmadığı anlarda da bolca pas yapıp rakip hücumcularını bunaltan bir galatasaray izliyorduk. arada çok fark var. https://resmim.net/f/WlJTUO.png https://resmim.net/f/oDBZkX.png

    9) stoperler arası mesafe

    deli oluyorum bu olaya. iki stoperimiz arasına boğaz köprüsü kurarsın. çok pozisyon veriyormuşuz, maicon ptt stoperiymiş (misal). yahu puyol'la terry'i en formda haliyle yan yana koysan, aralarında da bu kadar boşluk bıraksan yine çok pozisyon verirsin. nedeni hep kaçırıyoruz. isim bazında değerlendiriyoruz. problemin kaynağına inmek yerine, aa şu oyuncu çöpmüş, bu oyuncu ptt futbocusuymuş diyoruz. elbette kimi oyuncular cidden kalitesiz (mesela maicon gerçekten çöp *), o ayrı bir konu ama bu da ayrı bir konu.

    https://resmim.net/f/o29x0x.png : turuncu noktalar savunmamızın topu uzaklaştırdığı, deyim yerindeyse rastgele diktiği bölgeler - bursa maçı-

    görüldüğü üzere top geldikçe vurmuşuz, vurmuşuz da vurmuşuz. bunun nedeni ne? demek ki stoperler topu bulduğu vakit yakınında takım arkadaşı yok. herkes uzakta. ozan maicon'a bakıyor başka diyarda, maicon ozan'a bakıyor başka diyarda. sonra da vuruyor karambole. halbuki sıkı bir takım olsak, stoperler arası mesafemiz kısa olsa, orada kaleciyi de oyuna sokup rakibi bezdirebiliriz. bir tık ilerisinde burada kapılan toplarla hücuma çıkabiliriz. olmuyor? bu yüzden olmuyor. nedeni iyi görmek lazım. stoperlerimizin bu kadar birbirinden uzak olduğu hiçbir maçta gol yemeden bitiremeyiz.

    10) hücum hattındaki kargaşaya bir türlü son verilemedi

    kimin nerede oynadığı belli değil. hakikaten de belli değil. bir onyekuru forvette bir sinan(son dönemde yok ama sezonun büyük bölümünde oynadığı için katıyorum), bir devre eren. iki kanat yer değiştiriyor, bazı aralıklarda belhanda kanada geçiyor. ndiaye arkadaşlarının açığını kapatmak için bir oraya bir buraya gidiyor derken düzen kayboluyor. kaldı ki mevkisi belli olmayan adamla ne kadar hücum organizasyonu çalışabilirsin bu da ayrı bir konu. hoca bir öyle bir böyle sürekli istikrarı bozuyor. yine söylüyorum forvet yokluğu bunda bir etkendir ama kargaşada fatih hocanın da payını unutmamak gerekiyor. oyuncu mevkileri ve takım dizilişleriyle bu denli çok oynamamalıydı.

    11) oyuncu grubuna yapılan taktiksel sunum yetersiz

    analiz raporları ve hocanın kafasındaki oyun yapısı oyunculara iyi entegre edilememiş. yaz kampının başında futbolcuları toplayıp, ''arkadaş biz önümüzdeki yıl şunu oynayacağız, biz bunları yapacağız veya yapmaya çalışacağız'' diyen olmamış. yani net bir oyunla yola çıkılmamış. parça parça taktiksel kombinasyonlar ve maç maç futbolculara iletilen analizlerle futbolcuları tatmin etmek pek mümkün değildir. deyim yerindeyse onlara büyük resmi göstermek gerekir, algılamaları ve sahaya yansıtmaları adına. ve daha da önemlisi kafanızdaki taktiği oyunculara inandırmanız lazımdır.

    luis enrique bu konuda şöyle der: ''sahadaki 11 oyuncu da taktiğinizi uygulamalı, yoksa işe yaramaz. saha içinde birlikte hareket etmeliler. i̇yi bir antrenör, oyuncularının kendi vizyonuna inanmalarını ve bu doğrultuda hareket etmelerini sağlar. bir oyuncunun bunu sırf hocası istiyor diye yapması sorun yaratır. oyuncular buna inanmalı.''

    bir hafta 4-2-3-1 bir hafta 4-4-2 bir hafta 4-3-3 oynayarak, dört günde 5-3-2'den 4-4-2'ye geçerek, ndiaye'yi bir maç 6 bir maç 8 numara oynatıp feghouli'yi bir maç kanat bir maç on numara oynatarak oyuncuları sisteme ikna edemezsiniz. bugünden yarına köklü değişiklikler yapıp, oyuncuların kafanızdaki sisteme inanmasını bekleyemezsiniz. adam gece uyuyor, sabah kalktığında mevkisi değişmiş oluyor. hop her şey sıfırdan, kafasındaki pas bağlantıları, organizasyonlar sıfırdan. ya da bir gün kenara çekip, 'bu sezon kanatlardan içe kat ederek oynamanı istiyorum' dediğiniz futbolcuya iki hafta sonra 'sana söylediğim her şeyi unut, artık çizgiden hücum edeceğiz' diyorsunuz. böyle yaparsanız oyuncu size inanmaz. inanmadığında da yeterli performansı veremez. tüm bu durumun farkında olmayan teknik direktör de maç sonları çıkar ve oyuncularının istediği futbolu oynayamadığından dert yanar. sen onları motive edemedin ki mantalitenle, sen onları inandıramadın ki kafandaki sistemle. önce tutarlı ol, mantalite kur, belli başlı kalıplarla sezona başla. on günde üç formasyon değiştirme, oyuncuların rollerine sürekli parmak atma, bir düzen oturt, sonra gel oyuncular oynamıyor de. işte o zaman her şeyi söylemek hakkındır.

    12) simetri bozukluğu, öngörülebilirlik, yaratıcı oyuncu yokluğu

    https://resmim.net/f/S0E9w2.png : kavis hattına dikkat. rodrigues, selçuk inan, muğdat çelik, eren derdiyok. bu dörtlü takımın hücumda sol yarımını oluşturuyor. peki böylesi düz, öngörülebilir bir grupla sol tarafı ne kadar etkili kullanabilirsiniz? bunların tümünü aynı yarıma koyarak asimetriye neden oluyorsunuz. rakip takım soluna daha fazla futbolcu konumlandırıyor sağda eksilme pahasına. zira zaten bu dörtlü pek de tehlike yaratamaz rakip kalede. daha da doğrusu bu dörtlü topu rakip kaleye taşıyamaz. birilerinin götürmesi gerekiyor topu. karşı takım da topu götürecek ender futbolculara odaklanıyor. yani rakibin işini kolaylaştırıyoruz savunmada. (asimetri)

    ve öngörülebilir olman için illa tüm düz futbolcularının aynı yarımda yer alması gerekmez. baktığımızda eren, muğdat, sinan, rodrigues (topu taşıyan değil son üç dört pasta yer alan bir parça), fernando, selçuk, donk bunların hiçbiri topu rakip kaleye taşıyabilecek oyuncular değiller. ancak ve ancak belhanda, feghouli ve bazen onyekuru bu işi yapabilir. sadece 3 futbolcu... gayet rahatça rakip seni öngörebiliyor sen hücum ederken. tak belhanda'ya tak feghouli'ye markaj ve atak öldü. yani diyeceğim o ki takımımız fazlasıyla düz. bize biraz da cambaz lazım. belki iki hafta yatacak ama arada da tek başına maç kazandıracak gamsız tipler lazım. (öngörülebilirlik-yaratıcı oyuncu yokluğu)

    13) futbol epidemiyolojisi, topla oynama ve şut oranları

    günümüz futbolunda artık hemen her nicel detayın istatistiği tutulmakta. bu da yorumlamada kolaylıklar getirmekte. ancak bazen, devasa veri tabloları insanların kafasını karıştırıp alakasız sonuçlara varmalarına da yol açabiliyor. dolayısıyla yığınla parametre arasından bazılarını ''anlamlandırmak'' gerekiyor. geçmiş maçlar ve yakın dönem sonuçları ele alınarak yapılan çalışmalarda, futbolda anlamlıya 'yakın' bulunan sadece iki istatistik var: topla oynama oranı (pas) ve isabetli şut sayı/oranı

    szwarc'ın 2007 yılında, 1997-2003 yılları arasında şampiyonlar ligi finallerinin analizini yaptığı çalışmada müsabakaları kazanan takımların toplam pas sayılarının, olumlu pas sayılarının ve pas başarı yüzdelerinin kaybeden takımların ortalamalarından daha yüksek olduğu belirlendi. yine 2015 yılındaki bir çalışmada 2014 fifa dünya kupasında ilk 4 takımın yüksek bir pas başarı yüzdesine sahip olduğu tespit edildi. almanya birinci liginde yapılan bir araştırmadaysa maçları kazanan takımların şut ortalamalarının 15.98, kaybeden takımların şut ortalamalarının ise 10.76 olduğu belirtiliyor. bir diğer 2014 fifa dünya kupası incelemesinde de rakibinden fazla şut çekmenin %13, kaleye isabet eden şut sayısının fazla olmasının da %48 oranında karşılaşmayı kazanmaya etki ettiği sonucuna ulaşılıyor.

    son derece güzel bir çalışma, 2012-2013, 2013-2014 sezonlarında avrupa kupalarına katılan türk takımlarının kazandıkları 19 müsabakada topa sahip olma yüzdelerinin ortalamalarını %52,63 olarak tespit ediyor. (yani kazandığımız her maçta rakiplerimizden fazla topla oynamışız, topla oynamada geride kaldığımız hiçbir maçı kazanamamışız.) 2008-2009 sezonunda ispanya liginde 20 takımın topa sahip olma yüzdelerinin araştırıldığı bir araştırmada da, lider barcelona’nın %64,3 ile en yüksek topa sahip olma oranına, son sıradaki recreativo takımının ise %48,1 ile en düşük topa sahip olma oranına sahip olduğu belirtilmiş. ayrıca ligin ilk 6 sırasındaki takımların genel olarak diğer takımlardan daha yüksek topa sahip olma oranına sahip oldukları da araştırmanın bir diğer sonucu olmuş.

    ancak tüm bu verilere rağmen kesin anlamlılığı bozan istisnai ve sayıca çok örnek mevcut olduğundan pas ve şutun yanında oyunun diğer detaylarında da üstün olma şartı görüldü. sonuç olarak müsabakalardan galip gelmek için topa sahip olmanın ve topla oynamanın tek başına yeterli olmadığı, rakip yarı sahada taktiklerin doğru şekilde kullanılması gerektiği noktasına varıldı. yine de en başta dediğim gibi, futbol istatistikleri içinde anlamlıya en yakın istatistiklerin pas sayısı ve oranı ile şut sayı ve oranı olduğu ortaya çıktı. (u: bu konuda oğuz gürkan, sürhat müniroğlu'nun çalışmasından destek aldım, kendilerine teşekkür ederim)

    galatasaray'ın 2017-2018 sezonundaki (tüm turnuvalar) ortalama toplam pas sayısı 491,11. bu sezona bakalım, kaç? 460,5. yine geçtiğimiz sezonki topla oynama oranımız %55,7 iken, bu sezon bu sayı %55,1'e düşüyor. pas olayını sadece top çevirme olarak algılamayalım, pas sayısı ve topla oynama oranı arttıkça ''ileri'' pas sayısı da yani skora etki etme potansiyeli taşıyan pas sayısı da artıyor. gelelim şut parametresine. 2017-2018 sezonunda maç başı şut ortalamamız 14,35. isabet oranımız da %42. bu sezonsa; maç başı şut ortalamamız %12,37 ve isabet oranımız %34,5. bunların yanında ortalama şut mesafemizdeyse artış var. (yine negatif) geçen sezon 17,99 metre olan istatistik bu sene 18,66. yani demek istediğim, futbolun en anlamlı bulunan iki parametresi takımımızın yaşadığı düşüşü gayet net şekilde gösteriyor. sadece puan ve sıralama değil, performans olarak da bir kayıp söz konusu. daha da doğrusu, performans kaybı olduğu için puan ve sıralama kaybı söz konusu. https://resmim.net/f/vShNU4.png https://resmim.net/f/b63bgM.png

    14) fatih hoca ve yetersiz psikolojik hamleleri

    futbolda bazı teknik direktörlerin ufak bir el kol hareketi bile rakibe karşı size avantaj sağlayabilir. bu modelin bayrak taşıyanlarından sir alex ferguson da teknik direktörlüğü bıraktıktan sonra yazdığı kitabında, uyguladığı psikolojik hamlelerin ne kadar işe yarar olduğunu ve bunları kasten uyguladığını açıklamıştı. aynı kitabında ferguson şunları dedi:

    ''sıradışı numaralar yapmaya çalışıyordum. artık klasikleşmiş, sezonun ikinci yarısında tempomuz ve azmimiz yükselecek sözüm de bunlardan biriydi. carlo ancelotti'nin 2009 kışında bunu çözdüğünü gördüğümde şaşırmıştım. aşağı yukarı şöyle bir cümle söylemişti: alex united'la sezonun ikinci yarılarında daha güçlü olduğunu söylüyor ama biz de öyleyiz. gerçekten bunu her sene yapardım. sezonun ikinci yarısını bekleyin derdim. ve gerçekten de işe yarardı. bu sözler oyuncularımızın zihnine işlediği gibi, rakipler için de sürekli zihinlerini kemiren bir korku unsuru olurdu. onların gözünde manchester united sezonun ikinci yarısı bir işgal ordusu, bir cehennem azabı haline gelirdi.

    aynı şekilde maç içinde parmaklarımla saatime vurmam da bir diğer psikolojik manevraydı. maç esnasında saatime pek bakmazdım, arada bir göz atsam da oyunun ne kadar durduğunu ve kaç dakika süre ekleneceğini kestirmek zordu. burada işin püf noktası, bu hareketin bizim futbolcularda değil de rakip takım üzerine bir etki yaratmasıydı. saatime vurup el kol hareketi yaptığımı gören rakipler telaşa kapılır, oyuna 10 dakika uzatma ekleneceğini düşünmeye başlardı. herkes united'ın son dakika golleri atmada ne kadar başarılı olduğunu biliyordu. saatime vurduğumu gören rakipler bize karşı, sonsuz gibi gelen bir süre boyunca defansa kapanmaya kendilerini mecbur görürlerdi. kendilerini kuşatma altında hissederlerdi.''

    küçücük detayların bile nasıl psikolojik etkiler bıraktığını görüyoruz. fatih hoca ise sırf kenardaki varlığı duruşu bile başlı başına psikolojik etki olmasına rağmen ferguson tarzı hamleleri yeterince yapmıyor. oysa yapsa, atıyorum maçın son periyodunda skorboard'u gösterip tribünlere göz kırpsa, saatini gösterse, elleriyle hücuma çıkın saldırın dese... ki bunların bir kısmını geçmişte yaptı sıkça. ya dördüncü dönem... ya topyekun bir uysallık ya topyekun bir sinir. ya da açıklamalar. evet, fatih hocanın bu sezonki demeçleri yüzde yüz doğru ama eksik. rakiplerin psikolojisini bozacak sözlerdense mertlik temalı konuşmalar. mesela suyun öte yanı kalıbı çok güzeldi, peki bu söz rakip psikolojisinde olumsuz etki eder mi? hayır. ya da hakemler üzerinden tff ve hükümet eleştirileri. hepsi on numaraydı, söylenmesi gerekiyordu. ama rakiplere etki edecek şeyler miydi? hayır. halbuki o satırların aralarına bir ''pazar günü saat 20:45'te galatasaray şampiyonluğunu ilan edecek'' tarzında cümle sıkıştırılsa veya mustafa denizli'nin 26. hafta kehaneti gibi bir söz söylense rakiplerin eli ayağı birbirine dolaşırdı. fatih hoca eskiden bu işleri severdi ama maalesef artık daha garantici davranıyor. buysa galatasaray'ın muhtemel menfaatlerini önlüyor.

    bir başka konuysa maç sonu basın toplantıları. puan kaybediyoruz ve hocanın suratı tarlası yanmış bir köylü gibi. üzgün, yılgın, sanki gücü kalmamış, umudunu yitirmiş gibi. bunu izleyen başakşehir futbolcuları daha da motive olmaz mı? şenol güneş ve oyuncuları, ''fatih terim'i izleyin ne kadar kötü durumdalar, bu sezon onları rahatça geçebiliriz'' demez mi? kaybedilen maçın sonunda basın toplantısında veya devre arasında konuşma düzenleyip rahat bir tavır sergileyip, kimse merak etmesin ikinci yarıda artan performansımızla rahatça şampiyon olacağız dese rakipler psikolojik bir travmaya maruz kalmaz mı? kezlerce örnek verilebilir. serdar aziz, ozan kabak meselesi yine. tam devre bitimine kendimizi atmışız, transferlerle ikinci yarı şampiyon oluruz diyoruz ama haydaaa. yoktan serdar aziz olayı patlak veriyor, ozan kabak gündemi oluşuyor ve tekrar taraftarın sinerjisi kayboluyor. serdar'a çok mu kızdın hocam, dayan sezon sonu gönder. ozan kabak formaya ihanet mi etti, çaktırmayın sezon sonu yollayın. neden olumlu havayı bozuyoruz kendi ellerimizle, sorun biraz da burada. fatih hoca dünyanın en karizma teknik adamlarından biri olma kozunu daha iyi kullanmalıdır.

    15) kondisyon sorunu

    hiç kimse kusura bakmasın, bugün dünya futbolunda fizik gücü - kondisyonu en çok tiye alan topluluk türkler. futboldan çok anladığını sanan, hala 70'lerin zihniyetiyle futbolu yorumlayan insanların kafa şişirmesinden başka şey değil bu durum. yani ''son beş on yılda, çok koşmadan şampiyon olmuş şampiyonlar ligi kazanmış bir tane takım say'' dediğinizde bir hışımla laf bastırmaya kalkıyorlar. argüman hak getire. nerede kardeşim çok koşmadan şampiyon olan, şampiyonlar ligi kazanan takım? bulun alnınızdan öpeyim. kalmadı artık öyle işler. bugün 110 km altı koşan üst düzey takım yok gibi bir şey. bizim ligimizdeyse 110 ve üstü mucizevi sayılar olarak gösterilmekte. yakın zamanda ligimizin en diri, en koşan takımlarından konyaspor ve akhisarspor gibi ekiplerin bile avrupa'da nasıl perişan olduğunu (fiziki açıdan) hepimiz izledik. hem de deyim yerindeyse dandik takımlara karşı perişan olmalarını izledik. hiç uzağa gitmeyelim, allah'ın genk'i ya, beşiktaş'ı istanbul'da duman etti. anderlecht üç sene önce galatasaray'ı duman etti. molde, zamanında fenerbahçe'yi duman etti. yani ''ya bu da kim ki'' diyeceğiniz takımlar, bizim büyüklerin tozunu attırdı. bunu nasıl yaptılar? fizik güçle. çok koşarak, diri kalarak, çevik olarak. bizse bu acı tecrübelerden ders çıkartacağımız yerde inatla, artan bir kibirle ''o zaman atlet transfer edelim takıma yaaa'' diye dalga geçiyoruz. bu ne kibir? klopp, simeone, pep ve onlarcası, takımına bir km bile olsa daha fazla koşturabilmek için bir taraflarını yırtarken senin havan kime? cahil cesareti.

    bu aralar da fatih terim'e sallanıyor kondisyon üzerinden. (doğal olarak) ama sen değil misin kondisyonu tiye alan, takıma iyi kondisyon yüklemiş teknik adamla bu durum üzerinden dalga geçen. sen değil misin bir önceki teknik direktörüne kondisyoner diyen. o zaman değersizdi de şimdi mi kıymete bindi bazı şeyler? kondisyon ve fizik güç meselesi dün de önemliydi bugün de önemli. ve evet, fatih hoca ve ekibinin bu konuda ne denli yetersiz kaldığı şu an çok net ortada. takım yaz boyunca yatmış, gerekli bilimsellikten uzak antrenmanlar yapmış. ama dün kondisyonla dalga geçen elemanın, bugün hocaya sallama lüksü yok işte. orada duracaksın. sen beş ay önce dalga geçmişsin, beş ay kondisyon da ne ya demişsin. madem bu kadar değersiz bir şey senin için, o zaman da bu konuda hocayı eleştirmeyeceksin. fatih hoca özeline dönecek olursak, takımda rezalet bir tablo söz konusu fiziki bakımdan. 60'tan sonra ölmüş eşeğe dönüyor futbolcular. biraz aklı olan her takım ilk devre oyunu kitleyip ikinci yarı yorgun galatasaray'ı perişan edebilirdi bu sezon. birçok kez de oldu zaten. rizespor maçı, 2-0'dan 2-2...

    16) büyük teknik direktörlük

    ne olursa olsun, fatih hocanın ölüsü tudor'dan veya diğerlerinden iyidir derken biraz da bu tarz etkenlerden demiştim. büyük teknik direktörlük başka bir şeydir. nasıl büyük teknik direktörlük? riekerink'i hatırlayın, tudor'u hatırlayın... bir maç kaybettik mi karalar bağlanır, iki maç üst üste kaybedildiğide camiada fırtınalar kopardı. florya'da büyük teknik direktör olmadığından yokuş aşağı giden freni patlamış kamyon hissiyatını hepimiz yaşardık. dönüp hocaya bakıyorsun öyle değil. deplasmanlarda üçlük dörtlük olmuşsun, takım ışık vermiyor, iki üç ay boyunca sadece iki kez lig galibiyeti görüyorsun ama çok da endişelenmiyorsun. birkaç takviyeyle bu seneyi şampiyon bitirebiliriz diyebiliyorsun. işte bu büyük teknik direktörlüktür.

    17) forvet yokluğunun oyuna etkisi

    bir takım net forvettense sahte dokuz ile oynayabilir, oynayabilir. ancak sahte dokuzla oynamak istiyorsanız bu bölgede kullanacağınız futbolcunun ya alex (mertens) gibi teknik ya da gabriel jesus gibi yüksek doz koşan biri olması gerekir. bizim takıma dönüp baktığımızda elimizde hiç bu tip bir eleman olmadığını görüyoruz. ne sinan, ne onyekuru, ne rodrigues, ne muğdat bu kalıba uymuyor. eren'i zaten saymıyorum. elimizde bu kalıpta biri olmadığı için de oraya koyduğumuz futbolcu hücum setlerinin organizasyonunu sağlayamıyor. ne pas istasyonu olabiliyorlar, ne rakip savunmayı koşularıyla afallatabiliyorlar ne de yaratıcılık katabiliyorlar. daha da vahimi, bu saydıklarım olmadığı gibi üstüne bir de fizik olarak inanılmaz kötü futbolcular oldukları gerçeği var. geçtiğimiz sene gomis sırtına iki tane rakip savunmacıyı alıp oradan oraya katır gibi gezdirirken şimdiyse rakip savunmacının bir omuz temasıyla sinan, onyekuru, rodrigues ve muğdat'ı marke edebildiğine şahit oluyoruz. ceza alanında ''kaybolan'' bir forvetiniz varken içeriye girmek de zorlaşıyor. hatta girmiyoruz, çünkü pas verildiğinde rakip savunmadan kurtulup topu alabilecek bir oyuncumuz yok bölgede. haliyle ceza sahasına giremeyen bir takım olduğumuzu bilen rakipler, hücumdaki organizasyonlarımızı kolaylıkla öngörebiliyor. öngörülebilen, kolay önlem alınabilen bir takım oluyoruz. yine geçen sene gomis'i mi rodrigues'i mi feghouli'yi mi belhanda'yı mı öncelikli marke edeyim diyen rakipler şimdi, galatasaray'ın forveti zaten yok o bölgede önlem almaktansa öncelikli olarak rodrigues ve diğer kanadı (artık her kimse) marke eder, hücumlarını komple kilitlerim diyor. ki öyle de oluyor. rodrigues topu aldığında 2 tane rakiple burun buruna geliyor, diğer kanat aynı şekilde. yeri geliyor bunu belhanda'ya uyguluyorlar. çünkü markaj opsiyonları arttı adamların forvetimiz olmadığı için. bakın bir forvet nelere yol açtı. daha, son vuruşlardaki ''bitirici forvet'' etkisine değinmedim bile. hepsini geçsek, sadece onyekuru'nun eren'in sinan'ın kaçırdıklarını atsaydık dahi bugün devreyi 6-7 puan önde kapatabilirdik. yani sözüm, bir forvet bu kadar etki eder micilere. eder arkadaş. bal gibi de eder. hele ki forvetsiz bırakılan adam fatih terim gibi forvete tapan, oyunu forvet üzerinden kuran bir teknik adamsa katıyla eder. hocayı eleştirdiğimiz gibi bu tarz etkenleri de belirtmeliyiz.

    küçük notlar:
    *2018-1019 sezonunun ilk 17 haftasında takımımıza karşı 4-4-2 oynayıp kazanan takım olmadı. oynanan dört maçın üçünü biz kazandık, biri berabere bitti.

    *galatasaray ortalama 460 pasla son 4 sezon içinde en az pas yaptığı sezonunu geçiriyor. https://resmim.net/f/AWdyzD.png

    *fatih hoca, art arda en çok puan kaybettiği dönemi yaşıyor.

    18) futbolda taktikler ve galatasaray'da uygulanması gerekenler

    çift 8 numaralı sistem ve bir ütopya: değişken 4-4-2

    https://resmim.net/f/7hBmpu.png : bu yapıda (klasik 4-1-4-1) belhanda ve ndiaye ikilisi denendi. ancak sorun şu ki ndiaye bu kadar önde oynamaya müsait bir merkez oyuncusu değil. https://resmim.net/f/KltNnq.jpg istenilen sistemde deliciliği ile iş yapabilecek ama top tekniği ve oyun zekası bakımından çift 8 numara formatına ters düşecek biri. belhanda ise hem deliciliği, hem de oyun aklı ve becerisiyle bölgeye cuk oturan bir isim. dolayısıyla belhanda'nın yanına bir tane daha 8 numara alma gereksinimi doğdu. zaten feghouli'nin devre sonuna doğru merkez orta sahada oynatılmasının amacı da buydu. idareten sistemi işletmek. nitekim feghouli yaratıcılığı ve zekasıyla geçici süreliğine önemli bir katkı sağladı. ha feghouli belhanda ikilisi sistemi götürür mü? malesef yine hayır. zira feghouli'nin dezavantajı da mücadele gücü. konum gereği futbolun en kırıcı noktalarından birinde (8 numara konumu) daha diri, fizikli futbolcular oynamalıdır. aksi halde pozisyon üreteyim derken ikinci bölgede kaptırılan toplarla kalende tehlikeler doğabilir.

    https://resmim.net/f/Lhka7Z.jpg : bir insana iki beyin takmak gibi esasında. çift oyun zekası, çift yaratıcılık, çift hız, çift hücum merkezi, çift hücum bariyeri. tek iş, seçilecek iki oyuncunun mücadele gücünün düşük olmamasında. sadece şöyle bir soruna yol açabilir. arkalarına bir tane ön libero (süpürücü) koyma gereksinimi olduğundan statik 4-4-2 oynama şansınız yoktur. bunun çözümü ise hareketli stoper kullanımı. hareketliden kasıt maç içinde mevki değiştirebiliyor olması. şöyle ki, takım hücuma çıktığında özellikle de iç saha maçlarında iki stoperin birden geride durması gereksizdir. ki fatih hoca da bu gereksizliği bildiğinden stoperleri orta çizgi civarına çekerek onları mümkün olduğunca oyunun merkezine yakın tutmaya çalışır. bunun modern versiyonundaysa hücum sırasında bir stoperin ön liberoya geçebiliyorsa 4-4-2'nin 4-2'si sağlanmış olur. çift 8 numara ile hücumda fark yaratırken arkadaki sertlik ihtiyacını da giderirsin. ayrıca rakip sahadaki 6 hücum elemanı ile sayısal üstünlük kurulur. top kaptırıldığında da simeone hattı dediğimiz, önde 2 forvet, arkalarında 4'lü orta saha-kanat grubu ile çizgi savunması yapılabilir. ön liberodaki stoper de yumuşak bir geçişle mevkisine döner. (arkada kalacak stoper hızlı, ön liberoya geçecek olansa bu mevkinin gerekliliklerine hiç yoksa asgari düzeyde sahip olmalıdır)

    5'li savunma ve bizdeki hatalı uygulamaları

    beşli savunmada (veyahut defansif 3-5-2) savunmayı geliştirmek adına, hücumdan bir kişi eksiltildiği için buradaki beşlinin parselizasyonunda yaşanacak en ufak sorun dahi yenen büyük ataklarla sonuçlanabilir. zira rakip takım senden ön bölgede bir kişi fazladır. verilecek boşluklarda rakibin o bölgedeki zaafı değerlendirmesi kolaylaşır. bu nedenle, şekildeki hizayla, derinlik ve mesafelere dikkat ederek dizilmek doğrudur https://resmim.net/f/L7tz7C.jpg

    takımımızda uygulanan beşli savunma ise hatalı uygulamalar içeriyor. paragrafın sonundaki görselde daire ile işaretli alanların karşı takım için ne denli büyük bir maden olduğunu görebiliyor olmalıyız. mariano'nun geriye dönüşlerdeki sıkıntısını da bahsi geçen duruma eklediğimizde beşli savunmada görülecek hasarın miktarının artacağını söyleyebiliriz. https://resmim.net/f/ZxOKu8.jpg

    ilgili düzende, ciğersiz bekler ve pozisyon bilgisi yüksek kenar stoperler kullanılmalıdır ki duruş hataları minimuma indirilsin. aynı şekilde bu düzende takım halinde geriye dönülmediğinde savunma ve santra arasında oluşacak bölgede ciddi zafiyetler doğabilir. topu kaybettin rodrigues geriye dönmeyip rakip sahada kaldı, forvetin aynı şekilde. sinan gümüş desen dönse bile refakatçi, ön liberondaki fernando / donk hantal. yani daha bek stoper konumlarına gelmeden bile bahsettiğim geriye dönüş sıkıntısı yaşandığında yenilecek gollere davetiye çıkartılmış oluyor. kısacası bizde beşli savunma yalan oluyor. schalke nasıl uyguluyor? https://resmim.net/f/Vmk8v7.jpg statik değil, dinamik!

    19) izlenmesi gereken transfer politikası

    peşinen olması gerekenleri değil, olması muhtemelleri söyleyerek gireyim. yüzde doksan rodrigues satıldı arkadaşlar. ki zaten son maçlarda olası sakatlıklara karşı oynatılmıyor. aynı şekilde muslera sürprizi bekliyorum. mariano, maicon, fernando'nun gitmesineyse kesin gözüyle bakıyorum. (belki fernando'nun satışı yaza bırakılabilir.) rodrigues'ten 7-10 milyon euro bandında bir para gelecektir, maicon ve mariano'dan da toplamda 7-8 milyon euro bonservis geliri söz konusu. güzel yanı, transfere elimizde yaklaşık 15-20 milyon euro ile başlayabileceğiz. dediğim gibi bunlara artı olarak muslera ve fernando satışları muhtemel. bunlar da gerçekleşirse fatih hocanın eline korkunç bir bütçe geçmiş olacak.

    gelelim yapılması gerekenlere. transferin ilk haftası 2 tane forvetin açıklanması lazım. yok öyle yine son dakikaları beklemek. madem bir bok yenildi, telafisi düzgün olmalı. bu iki forvetin tarzları çok önemli. gomis + elmander olabilir, gomis + baros olabilir, alex + gomis tarzı olabilir. bunların dışındaki kombinler bizi uçurumdan uçurur. gündemdeki isimlerden alan carvalho baros tarzına bir örnek olarak gösterilebilir. (hız farkı var) ancak onun da gerek maaş gerek fizik yönünden ciddi eksileri olduğunu söylemek gerek. size açısından geri bir oyuncu, gomis'in gövdesinin neredeyse üçte bir enine sahip. tarz doğru ama pratikteki başarısı şüpheli. elmander tarzı bir adam alacaksak da 'top tutabilirliğine' dikkat edilmeli. nitekim kattığı mücadele gücünün, top tutamayan-top tekniği aşırı kötü çıkmasıyla önemi kalmayabilir. benim tercihim gomis + baros varyasyonu olurdu. tabi burada isimler birer örnek. açıklayıcı olması için öyle söylüyorum. elmander tarzını bulmak kolay ama tahmini verimin tutma ihtimali az. hele ki rodrigues, onyekuru, sinan, ndiaye gibi düşük oyun akılları nedeniyle öngörülebilir elemanlarla bir tane daha daha öngörülebilir, tekniği kısıtlı elemanın birleştirilmesi hiç doğru olmayacaktır.

    rodrigues'in ayrılığı sonrası 2 de kanat oyuncusu alınmalı. (tabi ki düşük bütçeli, ama tarzları önemli)
    engin baytar-riera-feghouli tipi bir adamı tuttuğumuz gibi getirmeliyiz. ve bu oyuncu diğer tarzların aksine mümkünse tecrübeli biri olmalı ki avrupa ligi'nde rakip savunmayı gördü mü bizimkiler gibi eli ayağı birbirine dolanmasın. ikinci kanat için de yabancı sınırı ve bütçeye göre bir yol belirlenip, hareket edilmeli. *tüm şartlar uygun olduğu taktirde tercihimi linnes'in açık ve yetenekli versiyonu bir gençten yana kullanırdım.

    orta saha konusu. yeni modelde belhanda 8 numara olacak. bu çok net. şimdiden söyleyeyim, ani bir aksilik sakatlık ayrılık olmadıkça belhanda 3-4 sene galatasaray'ın 8 numarası olacak, çok da iyi olacak. ha... yanına bir tane daha 8 numara almak icap edecek ama şimdilik parayı dengeli kullanalım dersek orada feghouli kullanılacak. ikisi, 'hareketli bir ön liberonun' önünde yeni mantalitenin iki temel direği olacaklar. böylelikle galatasaray'da farklı bir dönem başlayacak. hareketli ön libero demiştik. donk yolla, fernando yolla, selçuk yolla. mümkünse hareketli bir ön libero almalı veya kiralamalıyız. öyle yumuşak da değil, kemikkıran cinsten. ndiaye de sene sonuna kadar yapılacak transferi yedekler. ndiaye hareketli ve sert olduğundan, olası sakatlık ceza vs durumunda oyun mantalitemiz değişmek zorunda kalmaz.

    stoper... sadece maicon satılırsa 1 tane yeterli. maicon + ozan veya serdar satılırsa oraya 2 takviye şart olur. bu bölgede hiç riske girmeden merih demiral'ı parası neyse basıp almalıyız. 3-4 milyon euro o potansiyeldeki adam için çok değil. kaldı ki zaten ozan satılırsa oraya ciddi bir bütçe arttırmış olacağız. ve yabancı sınırının yeniden getirileceği konuşulan şu günlerde kaliteli yerlilerimizi koz olarak kullanabiliriz. merih-serdar ikilisiyle 5-10 sene götürebiliriz. (ozan'ı sene sonu 20 milyon euroya sattığımızı düşünelim)

    transfer listesi:
    -bernard mensah * https://resmim.net/f/wuI45B.png
    -bengali-fode koita * https://resmim.net/f/n9qqey.png
    -johannes geis / mario suarez * https://resmim.net/f/vr7eWz.png
    -nolito bonservis: bonservis: * https://resmim.net/f/yJCQRG.png
    -andy carroll / graziano pelle * https://resmim.net/f/3idu7z.png
    -alan * https://resmim.net/f/PiBm49.png
    -timm klose * https://resmim.net/f/ygCBET.png
    -merih demiral * https://resmim.net/f/eM9UVk.png

    ekstra:
    -bobby reid * https://resmim.net/f/e5ud7d.png
    -felix passlack *https://resmim.net/f/rspQFP.png
    -sheyi ojo * https://resmim.net/f/eVvTQq.png
    -danilo pantic * https://resmim.net/f/QqiAIp.png

    20) imparator fatih terim

    valla ne yalan söyleyeyim hoca beni büyük bir hayal kırıklığına uğrattı bu sezon. ki forvet yokluğu dolayısıyla çok haklı olduğu konular da vardı ancak o kadar büyük hatalar yaptı ve o kadar hızlıca kredi tüketti ki (kredisi bitmez o ayrı konu) devre sonuna doğru bizzat ciddi düzeyde eleştiri topladı. eleştiriler doğruydu. ancak üstte de bir bölümde değindiğim gibi, büyük teknik direktörlük başka bir olay. hoca taraftara o güveni bir şekilde veriyor. elbette, takımın oynadığı oyundan verdiği ışıktan bahsetmiyorum. bugün 10 galatasaraylının 4'ü, 5'i, 6'sı şampiyon oluruz diyebiliyor. bu iddiaların kaçında dayanak saha içindeki futbol, kaçında fatih terim? sanıyorum bütününe yakınında fatih hoca. işte olay budur, marifet bu rezil durumda bile şampiyonluk şarkılarını söyletebilmektedir. ben de bir taraftar olarak hocaya inanıyorum. devre boyunca yaptığı yapmadığı çoğu hareketiyle olumluya gidiş sinyali vermemesine rağmen bir kırılma noktasıyla tabloyu çevireceğimize inanıyorum. çünkü bunu yapsa yapsa fatih terim'in yapacağını biliyorum.

    son olarak, 2019 yılının başta galatasaray ve buradaki arkadaşlarımız, sonra da tüm canlılar adına (evet canlılar) güzel geçmesini diliyorum.
App Store'dan indirin Google Play'den alın